İşin kötü tarafı muzır bir yanı da var bu iç sesin, insanın gülesi de geliyor. Erkek hastalarımız malum fonksiyonları konusunda çok hassastırlar. Haklılar tabii cinsel fonksiyon da doğal iç güdülerimizden biri. Doğru, bazı ilaçların olumsuz etkileri olabiliyor. Hekimliğim gereği’’ Bu ilaç bana yaramadı’’ ya da ‘’Bu ilacı kullanmak istemiyorum’’dedikleri zaman, öyle de bir etkisi varsa soruyorum. Böyle bir durum mu oldu? Bundan dolayı mı değiştirmek istiyorsunuz?
Bir Allahın kulu erkek hastam da ‘’Evet doktor hanım yan etkisi oldu’’demedi bana. Hepsi ‘’Hayıııır yok öle bir şey, dokunmadı bana. Ben çok iyiyim ama sanki beni sinirli yaptı ya da baş ağrısı falan derler. Eminim ki ilaçları kaptıkları gibi erkek doktorun kapısına dayanıyorlardır. Bazen öyle durumlar vardır ki ilacın öyle bir yan etkisi yoktur ama ısrarla istemezler. Şeker hastası olan bir hastam çok faydalı olduğunu düşündüğüm bir ilaç ile geldi bana ‘’Ben bunu kullanınca pe***de karıncalanma oluyor’’diye tutturdu.
Emin misiniz ? Öyle bir yan etkisi yoktur.Bir üroloğa gidin isterseniz.Bakın bu ilaçtan vazgeçmek istemiyorum şeker hastalığında çok faydalı bir ilaç.
-‘’Yok yok bu ilaçtan oluyor. Kestim geçti başladım yine karıncalanmaya başladı’’
İç ses başlamaz mı oradan ‘’Desene hastana şekerin düştü damarlar açıldı kan geldi kan, canlanıyor ‘’diye. Allah seni kahretmesin iç ses emi. ‘’Yüzümde güldüğüm anlaşılmasın diye maske gibi tepkisiz bir ifade ile zorla ‘’ Siz bilirsiniz başka bir ilaç yazayım o zaman ama yine de bir üroloğa görünün lütfen.’’ dedim.
İşin en kötü yanı nedir biliyor musunuz? Bu iç ses beni o kadar iyi tanır ki, en saçma sapan zamanlarda en zayıf yönümle beni vurur. Herkesin korkuları, saplantılı düşünceleri vardır. Bu hain iç ses de zaten kişi ile beraber büyüyüp geliştiği ve de beyninin içinde yaşadığından kişiyi kendisinden daha iyi tanır. Benim korkum otoparklardır. Büyük otellerdeki toplantılara katılmayı pek severim. Hocaların sunumları, soru cevap faslı ardından yemek. Eş dost ile muhabbet. Otoparka dönmem genelde saat on ikiyi bulur Toplantı günleri otoparklar bir dolu olur ki sormayın. P1 dolu efendim hop dön, P2 dolu efendim hop dön P3’e. Genellikle P3’de park ederim. Park 3 derken eksi üç olarak düşünmeyin en az eksi 5 falandır. Eksi 1’de zaten toplantı salonları vardır. Eksi iki Health Center , SPA merkezi. Yani P3 demek kafadan eksi 5 demek . Zaten P3 yapılırken müteahhit de malzemeden çalmıştır, kimse kullanmaz nasıl olsa burasını diye. Boyası uyduruk sıvaları döküktür. Bir de kötü bir koku olur, acayip de sıcaktır.Yerden ısıtmalı gibidir, tabii magmaya o kadar yaklaşınca doğal.Magma tabakası bu, gazlar da içeriyor çatlaklardan sanki kötü kokulu gazlar yayılır otoparka. Neyse gece biter, arabaya dönme zamanı gelmiştir. Birçok insan ayrıldığından o dolu P3 de artık in cin top oynar. Park ederken fark etmediğim birçok ayrıntı artık beni ürkütmeye başlar. Zeminde magma tabakası kaynarken, tavandan örümcek ağları sarkmaktadır, hani biraz daha zorlasam kendimi yarasa bile göreceğim. Arabaya doğru yürürken attığım her adımda topuklu ayakkabılarımdan çıkan ‘’tak tak ‘’sesleri duvarlara çarpa çarpa kulaklarımda yankılanır ve kendimi korku filminin bir sahnesinde gibi hissederim. O kalın kolonların arkasında ya da ne bileyim siyah arabaların içinde beni gözlemleyen adamlar olduğunu düşünürüm. Tabii bu düşüncelerimde iç sesimin katkısını es geçemeyeceğim.
Evet dönelim poliklinik odama; yurdum insanı bir takım fonksiyonlarını çok önemsemesine rağmen, o fonksiyonlar kadar önemli olan öz bakımına o kadar dikkat etmezler. Boğaz muayenesinde genellikle yosun tutmuş, çürümüş dökülmüş dişlerle karşılaşırım. Korkularımın bir tanesi de böyle bir ağızla daha içli dışlı olmaktır. İşte ben yüzümde maske boğaza bakarken başlar iç ses ‘’Düşünsene sen otoparktayken böyle bir ağız seni zorla öpermiş’’. Manyak manyak konuşma iç ses!! hastalarım hakkında da böyle konuşamazsın. ‘’Ben hastalarına bir şey demiyorum ki; diyorum ki otoparktaki o kalın kolonların arkasındaki sapık var ya, hah bir de o siyah camlarla kaplı yıllardır otoparkta terk edilmiş duran Chevroletin içindeki sapık. İşte o sapıkların ağzı daha beterse ve arkandan gelip bir gece seni zorla öperlerse? Başımın belası iç ses. Ne zaman sana bu kadar yüz verdim ne zaman terbiyesizleştin bu kadar?
Sanırım bu iç ses içimdeki çocuk. Ben çocukken o da çocuktu zaten ve güzel güzel geçiniyorduk. Büyümeye başlayınca o da pek hevesliydi büyümeye. Ergenliğimde de yirmili yaşlarımda da içimdeki çocuk benden daha ağırbaşlıydı. Yarışıyorduk adeta ben hanfendiyim, yok ben daha hanfendiyim daha olgunum, büyüğüm ben. Otuzlu yaşlardan sonra biraz garipleşmeye başladı, huzursuzlaştı adeta hanfendi olma gibi derdi yoktu artık. Özellikle de yaş otuz beşi geçince ödü koptu panikledi. Yaşlanmak istemedi, çocuklaştı şımardı, muzırlık yaparak genç kaldığını, kaldığımızı ispatlamaya çalışıyordu. Onu anlıyorum.
Aslında iç sesim iyi niyetlidir, altın gibi de kalbi vardır. Hassastır başkalarının derdine, ‘’Onların derdi’’ demez, dert edinir. Muzırlıkları ile şakaları ile beni ve çevremi hatta sizi ne kadar güldürüyorsa, o kadar da kederlendirir beni. Gözlerime hüzün çöktüyse, bilin ki onun gözleri dolmuştur, benim gözlerim dolduysa, o çoktan hıçkırmaya başlamıştır bile. Biliyorum ki ben yaşlandıkça, o çocuklaşacak. O bedenime sığmayacak, yaşlanan bedenim ona yabancılaşacak.
Bir Allahın kulu erkek hastam da ‘’Evet doktor hanım yan etkisi oldu’’demedi bana. Hepsi ‘’Hayıııır yok öle bir şey, dokunmadı bana. Ben çok iyiyim ama sanki beni sinirli yaptı ya da baş ağrısı falan derler. Eminim ki ilaçları kaptıkları gibi erkek doktorun kapısına dayanıyorlardır. Bazen öyle durumlar vardır ki ilacın öyle bir yan etkisi yoktur ama ısrarla istemezler. Şeker hastası olan bir hastam çok faydalı olduğunu düşündüğüm bir ilaç ile geldi bana ‘’Ben bunu kullanınca pe***de karıncalanma oluyor’’diye tutturdu.
Emin misiniz ? Öyle bir yan etkisi yoktur.Bir üroloğa gidin isterseniz.Bakın bu ilaçtan vazgeçmek istemiyorum şeker hastalığında çok faydalı bir ilaç.
-‘’Yok yok bu ilaçtan oluyor. Kestim geçti başladım yine karıncalanmaya başladı’’
İç ses başlamaz mı oradan ‘’Desene hastana şekerin düştü damarlar açıldı kan geldi kan, canlanıyor ‘’diye. Allah seni kahretmesin iç ses emi. ‘’Yüzümde güldüğüm anlaşılmasın diye maske gibi tepkisiz bir ifade ile zorla ‘’ Siz bilirsiniz başka bir ilaç yazayım o zaman ama yine de bir üroloğa görünün lütfen.’’ dedim.
İşin en kötü yanı nedir biliyor musunuz? Bu iç ses beni o kadar iyi tanır ki, en saçma sapan zamanlarda en zayıf yönümle beni vurur. Herkesin korkuları, saplantılı düşünceleri vardır. Bu hain iç ses de zaten kişi ile beraber büyüyüp geliştiği ve de beyninin içinde yaşadığından kişiyi kendisinden daha iyi tanır. Benim korkum otoparklardır. Büyük otellerdeki toplantılara katılmayı pek severim. Hocaların sunumları, soru cevap faslı ardından yemek. Eş dost ile muhabbet. Otoparka dönmem genelde saat on ikiyi bulur Toplantı günleri otoparklar bir dolu olur ki sormayın. P1 dolu efendim hop dön, P2 dolu efendim hop dön P3’e. Genellikle P3’de park ederim. Park 3 derken eksi üç olarak düşünmeyin en az eksi 5 falandır. Eksi 1’de zaten toplantı salonları vardır. Eksi iki Health Center , SPA merkezi. Yani P3 demek kafadan eksi 5 demek . Zaten P3 yapılırken müteahhit de malzemeden çalmıştır, kimse kullanmaz nasıl olsa burasını diye. Boyası uyduruk sıvaları döküktür. Bir de kötü bir koku olur, acayip de sıcaktır.Yerden ısıtmalı gibidir, tabii magmaya o kadar yaklaşınca doğal.Magma tabakası bu, gazlar da içeriyor çatlaklardan sanki kötü kokulu gazlar yayılır otoparka. Neyse gece biter, arabaya dönme zamanı gelmiştir. Birçok insan ayrıldığından o dolu P3 de artık in cin top oynar. Park ederken fark etmediğim birçok ayrıntı artık beni ürkütmeye başlar. Zeminde magma tabakası kaynarken, tavandan örümcek ağları sarkmaktadır, hani biraz daha zorlasam kendimi yarasa bile göreceğim. Arabaya doğru yürürken attığım her adımda topuklu ayakkabılarımdan çıkan ‘’tak tak ‘’sesleri duvarlara çarpa çarpa kulaklarımda yankılanır ve kendimi korku filminin bir sahnesinde gibi hissederim. O kalın kolonların arkasında ya da ne bileyim siyah arabaların içinde beni gözlemleyen adamlar olduğunu düşünürüm. Tabii bu düşüncelerimde iç sesimin katkısını es geçemeyeceğim.
Evet dönelim poliklinik odama; yurdum insanı bir takım fonksiyonlarını çok önemsemesine rağmen, o fonksiyonlar kadar önemli olan öz bakımına o kadar dikkat etmezler. Boğaz muayenesinde genellikle yosun tutmuş, çürümüş dökülmüş dişlerle karşılaşırım. Korkularımın bir tanesi de böyle bir ağızla daha içli dışlı olmaktır. İşte ben yüzümde maske boğaza bakarken başlar iç ses ‘’Düşünsene sen otoparktayken böyle bir ağız seni zorla öpermiş’’. Manyak manyak konuşma iç ses!! hastalarım hakkında da böyle konuşamazsın. ‘’Ben hastalarına bir şey demiyorum ki; diyorum ki otoparktaki o kalın kolonların arkasındaki sapık var ya, hah bir de o siyah camlarla kaplı yıllardır otoparkta terk edilmiş duran Chevroletin içindeki sapık. İşte o sapıkların ağzı daha beterse ve arkandan gelip bir gece seni zorla öperlerse? Başımın belası iç ses. Ne zaman sana bu kadar yüz verdim ne zaman terbiyesizleştin bu kadar?
Sanırım bu iç ses içimdeki çocuk. Ben çocukken o da çocuktu zaten ve güzel güzel geçiniyorduk. Büyümeye başlayınca o da pek hevesliydi büyümeye. Ergenliğimde de yirmili yaşlarımda da içimdeki çocuk benden daha ağırbaşlıydı. Yarışıyorduk adeta ben hanfendiyim, yok ben daha hanfendiyim daha olgunum, büyüğüm ben. Otuzlu yaşlardan sonra biraz garipleşmeye başladı, huzursuzlaştı adeta hanfendi olma gibi derdi yoktu artık. Özellikle de yaş otuz beşi geçince ödü koptu panikledi. Yaşlanmak istemedi, çocuklaştı şımardı, muzırlık yaparak genç kaldığını, kaldığımızı ispatlamaya çalışıyordu. Onu anlıyorum.
Aslında iç sesim iyi niyetlidir, altın gibi de kalbi vardır. Hassastır başkalarının derdine, ‘’Onların derdi’’ demez, dert edinir. Muzırlıkları ile şakaları ile beni ve çevremi hatta sizi ne kadar güldürüyorsa, o kadar da kederlendirir beni. Gözlerime hüzün çöktüyse, bilin ki onun gözleri dolmuştur, benim gözlerim dolduysa, o çoktan hıçkırmaya başlamıştır bile. Biliyorum ki ben yaşlandıkça, o çocuklaşacak. O bedenime sığmayacak, yaşlanan bedenim ona yabancılaşacak.
Sevgili iç ses bilmiyorum seninle sonumuz ne olacak ?
Not; Zaman zaman giriş gelişme sonuş kısmını uzatmadan iç ses ve maceraları buarada olacak .
5 yorum:
Sevdim ben bu hain iç sesi :))
Bu arada otopark sahnesi film şeridi gibi geçti gözümün önünden, sağlam bir seyirci olarak tavsiyem şudur ki için rahat olsun... Esas kız sonraki bölüme malzeme olsun diye hep kurtulur.
Gerçi bu son için mecburen bir öpücük vermek durumunda kalması da mümkündür :))
İmza: Kötü Kedi ;)
@ kötü kedi
Esas kız o öpücük sonrası kendi kendini yok edebilir ama çok Şerafettin gördüm seni :)
ahahahaha süperdi ya koptum gerçekten de:))şu sıralar biraz muzipliğin üstünde galiba bucera?
sabacım gerçek bucera bu, iç sesiyle birlikte delidolu,kalabalık,eğlenceli,içindeki çocuğu kaybetmemiş :D işte biz bu yüzden onu bu kadar seviyoruz...
@ bad-ı saba ve Keyfe Keder
Ben de sizi seviyorum çocuklar.Bucera ablanız kurbaaan olsun size.Dünyaaa okurları sizi :)
(Bir yandan kahkahalar atıyorum bir yandan otrişim düzeltirken diğer elimle de kuş tüyü yelpazemi sallıyorum )
Yorum Gönder