Zayıf, uzun boylu, 75-80 yaşlarında bir teyzemdi. Tansiyonu, şekeri, yaşlılığa bağlı eklem sorunları vardı. Teyzemle konuşmuş, yapması gerekenleri anlatmıştım. Herhalde hoşuna gitmişti ‘’Nerelisin kızım?’’ diye sordu. ’’Memleket nere?’’ sorusunu daha çok yaşlı insanlardan ve hekim olarak benden memnun kaldığını ifade eden insanlardan duyuyorum. Neden acaba? Memleketçilik mi? Ya çok iyi bir doktora benziyor, acaba bizim oralı mıdır düşüncesi mi? Benden hoşlanmayanlar, zaten konuşmayı kısa kesip ya da çirkinleştirip kapıyı hızla suratıma çarpıyorlar. Neyse, teyzeme geri dönelim, memleketimi sordu.’’ Artvinliyim teyzem ama aslen Gürcü kökenliyiz‘’dedim.’’ Ben de Keşanlıyım kızım ama asıl Bulgaristan göçmeniyiz, bizim oralara kızıl ordu gelince ve Bulgaristan komünist olunca, Türkiye’ye göç etmişiz.’’
İlginç hikaye kokusu almıştım, eee bana da malzeme lazımdı. Gitmek için ayağa kalmıştı, ’’Otur teyzem otur, biraz anlatsana bana o yılları‘’ dedim. Oturdu, gözünü duvarda bir noktaya dikti, konuya hemen giremedi, biraz duraksadı. Arkama döndüm, baktığı yere baktım, boş bir duvar gördüm. Belli ki benim göremediğim o boş duvarda zaman yolculuğu başlamış ve 1944 yılına gitmişti. Yazdığım bir blog sayfası değil de senaryo olsaydı, şimdi sinema perdesi olurdu o boş duvar. Teyzem bilgileri biraz kopuk ve dağınık verdi ,topu topu beş on cümle söyledi ama ben biraz toparladım buyurun o yıllara beraber gidelim. Sinema salonuna geçmeden önce kısa yakın tarih bilgisi sunmak istiyorum ki daha bir anlaşılır olsun .
İlginç hikaye kokusu almıştım, eee bana da malzeme lazımdı. Gitmek için ayağa kalmıştı, ’’Otur teyzem otur, biraz anlatsana bana o yılları‘’ dedim. Oturdu, gözünü duvarda bir noktaya dikti, konuya hemen giremedi, biraz duraksadı. Arkama döndüm, baktığı yere baktım, boş bir duvar gördüm. Belli ki benim göremediğim o boş duvarda zaman yolculuğu başlamış ve 1944 yılına gitmişti. Yazdığım bir blog sayfası değil de senaryo olsaydı, şimdi sinema perdesi olurdu o boş duvar. Teyzem bilgileri biraz kopuk ve dağınık verdi ,topu topu beş on cümle söyledi ama ben biraz toparladım buyurun o yıllara beraber gidelim. Sinema salonuna geçmeden önce kısa yakın tarih bilgisi sunmak istiyorum ki daha bir anlaşılır olsun .
(19.YY da Osmanlı Devleti gerilemeye başlaması ve Çarlık Rusyası'nın da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan'da da ulusal kurtuluş hareketi alevlenmiş, 93 Harbi'nden yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanımıştır.Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlılarla aynı cephede savaşa katılan Bulgaristan, İkinci Dünya Savaşı'na da Almanya saflarında katılarak her iki savaştan da yenilgiyle çıkmıştır.İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Balkanlar'da ilerleyen Sovyet ordusunun da yardımıyla Georgi Dimitrov önderliğinde sosyalist rejime geçen ülke, soğuk savaş yıllarında Varşova Paktı'nın üyesi olarak kalmış, geçen yüzyılın 80'li yıllarından itibaren ise topraklarındaki Türk azınlığa uyguladığı zorla bulgarlaştırma politikalarıyla dünyanın tepkisini çekmiş ve bunun faturasını 1989'da bulgar ekonomisine ağır bir darbe vuran Bulgaristan'dan Türkiye'ye yarım milyona yakın insanın göçüyle ödemiştir.Doğu Bloku'nun çözülmesiyle 1990 yılında sözde sosyalist rejimin yıkıldığı Bulgaristan, türk azınlığa yönelik asimilasyon politikalarını da terk ederek komşusu Türkiye ile olan ilişkilerini oldukça olumlu bir temele oturtmuştur. Ülke halen Avrupa birliği üyesidir.)
Derin bir soluk aldıktan sonra gözleri duvarda başladı anlatmaya.......
‘’Babam toprak sahibiydi, geniş arazilerimiz , tarlalarımız, çiftliğimiz, hayvanlarımız, çalışanlarımız vardı. Ben o zamanlar yokluk nedir bilmezdim. Belime kadar gelen uzun sarı saçlarımı her sabah annem, uzun uzun tararayıp örerdi. Yeni yeni genç kız oluyordum, babam çok düşkündü çocuklarına, üstümüze titrerdi.
İlk zamanlar anlamadım ’’Kızıl ordu geldi’’ dediler. Fakirler meydanları dolduruyor, bayram yapıyorlardı, sabahlara kadar çalıp eğleniyorlardı. Hasat vaktinde bizim çiftliğe de geldiler, tüm hayvanlarımızı aldılar, her gün değirmene askerler geliyor, tahılı, unu götürüyorlardı. Bunlar artık herkesin diyorlardı. Çiftlik sahiplerine çok kötü davranıyorlardı. ’’Türk olduğunuz için daha kötü davranmış olabilirle mi?’’ diye sordum. ’’Hayır, varlıklı olduğumuz için. Hatta bizden çok daha varlıklı bir Bulgar aile vardı, yanında çalışanları için gelip bizden yün alırlardı. Çalışanları bile çok iyi giyinirlerdi. Biz onlara hayranlıkla bakardık, onların hali bizden daha perişandı. Biz bir süre direnmeye çalıştık. Gizlice ormanda nohut ektik, onları yedik aç kalmamak için. Sen nohut ekmeğini bilir misin? Öyle et ile pişmiş nohut yemeğini düşünme. Nohuttan ekmek, ah anam ah, taş gibi tatsız ,tuzsuz bir şeydir o.
Bir süre sonra traktörlerle bağımıza bahçemize girdiler, her yeri dümdüz yaptılar, sınırlar yok dediler. Her yer herkesin dediler. Artık dayanacak gücümüz kalmamıştı, babam ’’Gidelim artık bu memleketten, bize hayır gelmez artık, Türkiye’ye gidelim ‘’dedi. Varımızı yoğumuzu orada bırakıp yola çıktık, günlerce yürüdük, daha önce babamın amcaoğlu Keşan’a yerleşmişti, oraya vardık, koca aile bir odaya sığındık. Gündüzleri tarlalarda çalışmaya başladık. İlk zamanlar benimle dalga geçtiler, orak tutamıyormuşum, elime yakışmıyormuş, alıştım, narin ellerim nasır tutmayı, kazma kürek sallamayı öğrendi. Bir sabah anamın ağlayışını hiç unutmam. Saçımı yıkamıştım, anam taramak istedi, o taradıkça avuç avuç saçlarım eline geldi. O gün nerdeyse saçlarımın yarısı döküldü. Anam bir yandan tarıyor, bir yandan ağlıyordu. O güne kadar ses etmeyen kadın artık susamıyordu. ’’Ah kızım, canım kızım ne hallere düştük yavrum, ah ipek saçlı kızım saçların bile dayanamadı, biz nasıl dayanacağız bu hayata?’’ Dayandık be kızım dayandık, çok çalıştık. Kendi evimiz de oldu, tarlamız da, bak şimdi geriye bir ben kaldım o topraklarda doğanlardan, ben de gittim mi kim hatırlar artık oraları ?
Buğulanmış, kızarmış gözlerini o boş duvardan ayırmış günümüze, poliklinik odasına geri dönmüştü. İnce uzun , yaşlanmış bedenini doğrultmuş, ayağa kalmış odadan çıkmıştı. Arkasından şaşkınlıkla bakakalmıştım, o koca acı dolu hikayeyi ,o geçmişi zayıf bir çift omuz nasıl taşıyordu?
Her insan koca bir dünyaydı yine de hiç yaşamamış gibi bu dünyadan göçüp gidiyordu.....
3 yorum:
Gene enfes bir yazı olmuş, bitiriş cümlen zaten tke başına bir yazı olacak kıvamında, hayatındaki bu detaylarla malzemelerin bitmez umarım :)
Bu arada seni nacizane "kreativ blogger" olarak seçtim. http://bit.ly/8elWrD
Sevgiyle...
@ katrankarası
(Başımda creativite tacı takma kirpiklerimden rimelim akıyor çok çirkin oluyorum ağlayınca ama sen istedin hem gülüp hem ağlıyorum.Çapraz kurdelemde Miss Creatoryazıyor)
Hrrrt hönnkk bana bu ödülü laik gördüğün için çok teşekkür ederim.Allah seni en baş blogger falan yapsın bu alemin kralı ol emi.Dünyada barış olsuuun bi de çevremizi koruuyalımm arttık penguenlerde sıcaklamasın kutup ayılarını koruyalı.hır hönkk (burun çekme sesi)
Hikayesi hiç yazılamayanlarsa ne kadar çoklar ve ne kadar acıklılar...Bence herkesin hikayesini yazılmalı, böyle bir mecburiyet olmalı..Yazı süperdi, Ümit ben...
Yorum Gönder